Her Çiçeğin Bir Hikayesi Var
Toprakla, çiçeklerle, bahçeyle uğraşmak gerçekten bir sevgi işidir çünkü
bu işle uğraşmak için önce ellerinizi kirletmeye hazır olmanız, daha
sonrada sabırlı olmanız gerekir. Doğanın içinde kendine bir yer ararken
insan birden çok engin bir koleksiyonun ortasında buluyor kendini. Her
bitkinin ayrı bir özelliği, bir ailesi olduğunu öğreniyorsunuz önce.
Sonra türü, cinsi derken her birinin bir hikayesi olduğunu
keşfediyorsunuz. Her hikaye aslında, doğanın parçası olan ama bunu bazen
unutabilen, insanın doğa ile kendisi arasında bir bağ kurmaya
çalışmasından kaynaklanıyor. Doğaya ait hikayeleri dinlerken sizin için
yeni olan bu bilginin yüzyıllardır her kültür, her kavim, her krallık ve
imparatorluk için aynı olduğunu, farklı ifadelere rağmen ortak bir dili
konuşabileceğinizi anlıyorsunuz.
Kendilerini doğanın bir parçası olarak gören Kızılderililer için her
doğa olayı aslında büyük bir düzenin içindeki hayatın ta kendisi. Kış
rüzgarları esiyor çünkü doğanın kırılmış dalları, kurumuş yaprakları
temizlemesi, ağaçları budayıp, toprağı dinlendirmesi gerekiyor; bahar
geliyor çünkü uyanma zamanı, yağmurlarla yıkanma, temizlenme, silkinme
zamanı…
Mitoloji ve çiçekler
Yunanlılar için doğa Olimpus dağının tepesinde yaşayan tanrı ve
tanrıçaların idare ettiği bir düzen. Rüzgarın, suyun, ateşin, güneşin
(…) tanrıları, tanrıçaları kendi insani(!) ilişkileri içinde doğa
olaylarını şekillendiriyor, insanlara da bunun içinde yer alma lütfunu
bağışlıyor.
Tek tanrılı dinlerde doğa tanrının varlığının bir yansıması. Tanrı her
şeyin sahibi ve doğadaki düzenin yaratıcısı. Bu düzen dikkatle
bakıldığında akıllara durgunluk veriyor. Ve insan yine kendisi ile doğa
arasında sağlam bir ilişki kurmak istiyor, hikayeler yaratıyor……
Hangi kaynaktan gelirse gelsin bu hikayeler tarih boyunca dilden dile
yurt, ırk , din dinlemeden anlatılıp gelmiş ve her dilde kendi yerini
almış. Ortak olan özellikleri ise aşkın her türlüsünü ölümsüz kılmaya
çalışmaları olmuş…..Bakalım bu aşklar ölümsüzleşirken neler anlatmışlar, doğaya hangi işareti bırakmışlar…
Manisa Lalesi
Ölümlü Adonis ile aşk tanrıçası Afrodit birbirlerine aşıktır. Adonis bir
gün avlanırken, Afrodit’in eski sevgilisi olan ve bir ölümlüye olan
aşkından dolayı Afrodit’i kıskanan, savaş tanrısı Ares tarafından
ormanda vurulur. Afrodit yetişine kadar Adonis ölür. Afrodit bir törenle
sevgilisinin vücudunu kokular ile ovar ve onu ölüler diyarına götürmek
üzere kucaklar, bu sırada Adonis’in kan damlaları ile kokular birbirine
karışır ve yeryüzüne dökülerek birer çiçeğe dönüşürler. Bu çiçeğe Adonis
ile Afroditin aşkı anısına Anemon denir.
İris -Mezarlık Zambağı-
Zeus ve Hera’nın habercisi olan gökkuşağı tanrıçası İris cennetten
aldığı haberleri gökkuşağından geçerek dünyaya taşımaktadır ve latincede
adı “cennetin gözü” anlamındadır. İris çiçeği taşıdığı renkler ve
çizgiler nedeni ile adını bu tanrıçadan alır. Göz bebeğimize de iris
denir ve bu nedenle eski yunanda her insanın cennetten bir parça
taşıdığına inanılırmış
Narcissus
Narcissus inanılmaz güzellikte bir delikanlıdır. Annesi ona eğer kendi
güzelliğine bakmaz ise uzun bir ömür yaşayabileceğini söyler. Ama
Narcissus annesini sözünü dinlemez ve nehirdeki aksine bakar, bu akse
aşık olur ve onu yakalamak için suya eğilir, dengesini kaybederek düşer
ve boğulur. Öldüğü yerde bir çiçek biter. Bu çiçeğin adı boynu bükük,
yere bakan Nergis dir.
Sümbül
Hyacinthus Spartalı yakışıklı bir gençtir. Bu gence hem Güneş tanrısı
Apolla hemde batı rüzgarının tanrısı Zefirus aşık olurlar. Onun
dikkatini çekmeye çalışırlarken bir disk atma yarışı düzenlerler. Yarış
sırasında bir rivayete göre Apollo yanlışlıkla genci vurur ve genç ölür
bir rivayete göre de Zefirus kıskançlık nedeni ile hafif bir rüzgar
çıkararak Apollon’un diskinin yolunu kaydırarak genci öldürür. İşte
Sümbül adını bu gençten alır.
Ağlayan gelin
Hakkari'nin Cilo Dağları'nda yetişen "Ters Lale", dünyanın en nadide
çiçeklerinden biridir. Ağlayan gelin diye de anılan bu çiçeğin ismi
temelde dinsel bir temaya dayanır. Hıristiyan aleminde var olan bir
inanışa göre; İsa çarmıha gerilmeye giderken geçtiği yoldaki tüm
çiçekler saygı ile eğilmişler, bir tek Ters Lale dik durmuş, ama İsa’nın
ona bakışları ve onun çarmıha gerilişi bu çiçeği o kadar utandırmış ki
başını eğip, o gün bu gündür ağlarmış. O nedenle bunu çiçeği
Hıristiyanlar kutsal sayıyorlar. Ayrıca geçmişte Hakkari Bölgesi'nde
yaşayan Asuri'ler inde her sabah göbeğinden su yaydığı için 'Ağlayan
lale' adını verdiği ve bu yüzden kutsal saydığı "Ters Lale", günümüzde
de çok değerli ve koruma altına alınmış durumda. (Fritillaria İmperialis
, ‘Kejan lalesi’ halk arasında ise Ağlayan Gelin, Kerbela ve Kral
lalesi olarak da bilinmektedir.)
Lale
Şirin’in aşkından çöllere düşen Ferhat kırılan kalbi ile dolaşırken
gözyaşları çöle dökülür ve her damla kum tanelerinde kırmızı bir çiçeğe
dönüşür. Bu çiçeğe lale denir. Lale Anadolu’dan köken alan yüzyıllar
boyu bahçelerin baş tacı olmuş bir çiçektir. Osmanlıda bir döneme ismini
vermiş, daha sonra Osmanlının çöküşü ile Anadolu’da unutulup, Hollanda
da yeniden doğmuştur. İlginç olansa bugün Hollanda’nın sahiplendiği bu
Anadolu çiçeği o yıllardaki kıymeti nedeni ile oralara padişahların
hediyesi olarak gitmiştir.
Rose
Gül çiçeklerin kraliçesidir.Yunan mitolojisine göre Chloris adlı çiçek
tanrıçası tarafından yaratılmıştır. Chloris birgün ormanda ölü bir orman
perisi bulur ve onu bir çiçeğe çevirir. Aşk tanrııçası Afroditi, şarap
tanrısı Dionysus’u bu çiçeğe birer hediye vermek üzere davet eder.
Hediye olarak Afrodit çiçeğe güzellik, Dionysus ise güzel ve hoş kokması
için bir nektar verir. Batı rüzgarı tanrısı Zephirus bulutları
uzaklaştırır, güneş tanrısı Apollo parlayarak çiçeğin açmasını sağlar.
Ve böylece “çiçeklerin kraliçesi” gül doğmuş olur.
Doğadaki çiçeklerin hikayeleri insanlık tarihi kadar eski. Her çiçek
için aynı anlamı taşıyan ama kültüre göre değişen bir hikaye bulmak
mümkün. Burada yalnızca bir kaçını duyabildik, diğerleri belki daha
sonra….Güneşli, çiçekli, hikayeleri çiçeklerle biten barış dolu bir doğa
dileği ile…
Dr. Melike Şahiner
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlar..